28 Mart 2015 Cumartesi

BÖBREK YETMEZLİĞİ

                                    
                                                   BÖBREK YETMEZLİĞİ

Böbreğin normalde yaptığı görevlerin kaybına böbrek yetmezliği denir.Böbrek yetmezliği geliştiğinde böbreklerin şu görevlerinde önemli aksamalar olur:
böbrek yetmezliği* Zararlı (toksik) maddelerin vücuttan idrar yoluyla uzaklaştırılması
* Fazla suyun uzaklaştırılması
* Kan basıncının (tansiyon) kontrol edilmesine yardı
* Kan hücrelerinin yapımının kontrol edilmesine yardı
* Kemiğin güçlenmesine yardım
Sağlıklı bir tek böbrek tüm bu görevleri yerine getirebilir. Kişideböbrek yetmezliğine ait şikayet ve bulguların oluşması için her iki böbreğin de görevlerini yapamaması gereklidir.Bu görevlerin yerine getirilmesindeki aksama ilerleyici ve geriye dönüşsüz olarak meydana gelirse bu duruma kronik böbrek yetmezliği adını veriyoruz. Ancak görev kaybı saatler veya günler içinde meydana geliyorsa ve geriye dönüş ihtimali varsa, bu duruma akut böbrek yetmezliği diyoruz.
Kronik ve Akut Böbrek Yetmezliği Ayrımının Önemi Nedir?
Akut böbrek yetmezliği, böbreklerin görevlerinde çok kısa bir zaman içinde meydana gelen ve geriye dönüşü mümkün olabilen işlev kaybıdır. Zamanında tanınarak, uygun tedavisinin yapılması ile hastanın sonraki yaşamında böbrekleri tamamen normal olarak çalışabilir. Ayrıca kronik böbrek yetmezliği nedeniyle takip edilen hastalarda da hastalığın seyri sırasında araya giren ateşli hastalıklar, bazı ilaçlar,aşırı su kaybı gibi çeşitli durumlar da böbrek görev kaybını hızlandırabilirve yine zamanında müdahale ile bu hızlı ilerlemeyi durdurmak mümkün olabilir.
Böbrek Yetmezliğine Bağlı Bulgular Nelerdir?
Kendimizde böbrek olduğunu nasıl anlarız?" sorusuna, "Bunu kolaylıkla anlayabilirsiniz?" cevabını vermek oldukça güçtür. Ne yazık ki hem hastalığın bulguları kendine özgü değildir, hem de çoğu kez böbreklerin görev kaybı normalin %1 O'una kadar düşmedikçe ortaya çıkmaz.
Krampları, nefes darlığı, uyku bozukluğu, cinsel bozukluklar nedeniyle doktora başvurmaktadır. Aslında çoğu kez hastaların doktora başvurmaya gerek duymadığı ve ancak daha sonradan düşünüldüğünde hatırlanan önemli bozukluğu gelişmektedir. Bunun başlıca nedenleri şunlardır:
- * Vücutta aşırı miktarda su ve çeşitli atık maddelerin birikimi
- * Proteinlerin yıkılması sonucunda oluşan maddelerin vücuttan atılamaması
- * Beslenme bozukluğu
- * Hormonal dengesizlikler

AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜ (KALP KRİZİ)

KALP KRİZİ AKUT MİYOKARD İNFARKTÜSÜ

Kalbi besleyen damarların kan akımının çeşitli nedenlerle ani azalmasına veya kesilmesine bağlı olarak gelişen ve o damarın beslediği kalp kasında çeşitli derecede hücre ölümü ile sonuçlanan ve kalp krizi olarak bilinen bir hastalıktır. Hastaların kalp krizinden kaybedilmelerinin önlenmesi, olayın ilk anından itibaren en kısa zamanda hastaneye ulaşmasına bağlıdır.

Göğüs ağrısının başlangıcından sonraki ilk saatlerde ve hastaneye giderken yolda uygulanan acil yaklaşımlar, kalp hücrelerinin ölümünü sınırlamada ve hastanın hastaneden çıkma şansını artırmada yardımcı olabilir. Hastaneden taburcu olduktan sonra, hastanın yaşam sansı kalbin fonksiyon bozukluğuna, kalp ritmine ve kişisel risk faktörlerine bağlıdır. Risk faktörsüz hastaların hemen hepsi infarktüs sonrası ilk yılı atlatırlar. Riski çok olan hastaların yarısından azı aynı süreyi komplikasyonsuz atlatır.

Akut miyokard infarktüslü hastaların yaşatılmasında önemli etkenler şöyle sıralanabilir.

Hastaların hastaneye ulaştırılması

Hastanede yapılması gerekenler

Koroner bakım ünitesinde tedavi

Koroner bakım ünitesinden taburcu olduktan sonra yapılanlar.



HASTALARIN HASTANEYE ULAŞTIRILMASI

20 yıl önce hastane dışında kalp krizinden olan ölümlerin 2/3’ü krizin başlangıcından birkaç dakika içinde olmuştur. Bu nedenle, 1966 yılında Belfast’ta bir ambulans, hareketli koroner bakım ünitesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Böylece tam teşekküllü bir ambulansın hastalara kısa zamanda ulaşabileceği, acil bakım ünitelerine ulaşma sürelerini azalttığı ve daha önceden hastaneye ulaşamadan ölen hastaların hayata döndürülmelerinde başarılı sonuç alındığı anlaşılmıştır. Seattle, Columbus, Ohio’da da bu üniteler oluşturulmuştur. Araştırmalar bu ünitelerin, hastaneye götürülürken oluşan ölüm oranını %22’den, %9’a kadar düşürebildiğini göstermiştir. Hastaların ani kalp ölüm tehlikelerinden korunması ve düzeltilmesi, canlandırma işlemlerinin çabukluğuna bağlıdır. Tehlikede olan kalbin kurtarılması için üç tip gecikme minimuma indirilmelidir.

1- Hasta ve Yakınları Tarafından Yardım Çağırılmasında Gecikme

Kalp krizi bulgularının başlamasından telefonla ambulans istenmesine kadar geçen zaman önemli ölçüde azaltılmalıdır. Hasta şoka girmeden veya infarktüs şüphesi olur olmaz acil servisin hemen istenmesi, hastanın durumunun iyiye gitmesinde önemli bir etkendir.


Periyodik cheek-up’lar, doktorun hastaları tanımasını ve hipertansiyonlu, sigara içen, lipid seviyeleri yüksek, aile hikayesi olan, risk faktörülü hastaları teşhis etmesini sağlar. Bununla beraber, akut kalp krizi koroner arter hastalarının ilk klinik belirtisi olabilir.


Halka yönelik kampanyalar bütün popülasyonun, özellikle duyarlı popülasyonun akut kalp krizi ve onun risk faktörleri hakkında bilgi sahibi olmasına yardımcı olur. Bu kampanyalar, çabuk tıbbi yardımın yararlarını (Koruma-tedavi) da gösterebilir.


2- Ambulanstaki Sağlık Personelinin Acil Telefona Cevabının Gecikmesi


Telefonla yardım istenmesinden ambulansın hastaneye gitmesine kadar olan zaman mümkün olduğunca kısaltılmalıdır. Lowa Üniversitesinde yapılan bir çalışma 30 sn. içinde telefona cevap verilmesi gerektiğini göstermiştir. Lowa’daki bazı çalışmalarda, zamanın uzatılması ciddi sonuçlar doğurmuştur.

3- Hastanın Hastaneye Getirilmesindeki Gecikme


Hastanın tam teşekküllü bir hastanenin acil bölümüne getirilme süresi mümkün oldukça kısaltılmalıdır. Bütün amaç hastanın en iyi tedavi edileceği yere ölmeden ulaştırabilmektir.


HAREKETLİ AMBULANSLARIN AMACI

Bir çok yerde ambulanslar hareketli koroner bakım üniteleri olarak kullanılmasına rağmen helikopterler de bu iş için kullanılmaktadır. Helikopterlerle taşıma, ekseri, ambulanslarla gerçek acil servise ihtiyaç duyan hastalardan çok, 12 saatlik bir gecikmeyi tolere edebilecek hastalar için saklanmaktadır. Hareketli koroner bakım ünitelerinin çok iyi çalışan radyokominikasyon sistemleri vardır. Monitör, defibrilatör, direkt yazan EKG aletleri, O2, endotrakeal tüpler ve acil ilaçları bulunur. Telemetri sistemleri EKG çizimlerini hastane, diğer merkezlere gönderebilir ve buradaki personel de ambulanstaki sağlık personeline yön verebilir.

Hareketli koroner bakımın amacı; yaşam oranını arttırmak beyin harabiyetlerini en aza indirmek, kalp krizinin yayılmasını önlemek, kalp ritm bozukluklarını kontrol altına almak ve diğer komplikasyonları hastaneye giderken önlemektir. Kalp krizinden şüphelenildiği anda halkın hemen yardım etmesini arttırmak ve halkı bu konuda bilinçlendirmek için halk kampanyaları şarttır.

HASTANEDE YAPILMASI GEREKENLER


Kalp krizi şüphesi ile gelen bütün hastalar koroner bakım ünitesine alınarak monitörize edilmeli, acil tedaviye başlanmalıdır.

Kalp krizi geçiren hastaların modern tedavisinde yaklaşım:





Semptomların kontrolü

Krizin birkaç saati içinde daha fazla kalp hücresi zedelendirmenin sınırlandırılması ve ölümlerin azaltılması

Tekrar kriz riskinin ve/veya kalp krizi sonrası ölümlerin azaltılması.



Hastaların yüksek veya düşük risk gruplarına ayrılması bu tedavi yaklaşımını kolaylaştırır.

Semptomların kontrolü, ağrı ve sıkıntının azaltılması, uygun oksijenasyon, hayat tehdit edici kalp ritm bozukluklarının önlenmesi ile sağlanır.

Göğüs ağrısının giderilmesi; sadece hastayı rahatlatmaz. Aynı zamanda ağrısının sebep olduğu aşırı sempatik aktivitenin kalp damar sisteminde meydana getirdiği etkileri (kan basıncı artışı, kalp hızı artışı, kalp kasılmasında artma metabolik etkileride azaltma).

Oksijenasyon:

İlk 3 gün veya 4 gün içinde uygulanmalıdır. %100 O2 dk. 2-4 lt. verilmelidir. Kalp krizi geçiren hastaların çoğunda oksijene ihtiyaç duymaktadır.

İlaç Tedavisi:

Koroner bakım servislerine müracaat eden kalp krizi gerçiren hastaların %5 ile %10’unda kalp ritm bozukluğu meydana gelir ve ani ölümlerin başlıca nedenleridir. Bu ritm bozukluklarının önlenmesi ve tedavisi ana hedeflerdendir. Ayrıca kalbin kanlanmasını artırıcı ve pıhtıyı eritmeye yönelik ilaç tedavileri uygulanmaktadır.

Trombolitik Tedavi:

İnfarktüsün ilk saatleri içinde daha fazla kalp dokusunun zedelenmesini önlemek amacı ile yapılan pıhtı eritici tedavidir. Tüm kalp ataklarının %80’inden fazlasında ve miyokard infarktüsünde koroner kan akımının azaltılmasından koroner damar içindeki pıhtı sorumludur. Hemen pıhtı eritilebilirse kalp hasarı azaltılabilir. Ölüm oranıda buna paralel olarak düşer.

Koroner Bakım Ünitesinde Kalma Süresi:

Geçen bir yıl boyunca kalp krizi geçiren hastaların hastane ve koroner bakım ünitesinde kalma süreleri gidererek kısalmıştır. İyi seyirli kalp krizi geçiren hasta sıklıkla hastanede 2. gün yatak dışına çıkar ve sandalyede oturabilir. Ekseriya 48-72 saat sonra ara bakım ünitesine nakledilir. Koroner bakım ünitesine alındıktan sonra erken saatler içinde hastaya kalbin pompalama fonksiyonu ekokardiografi yapılarak hastanın prognozu tayin edilebilir ve ilaçla tedavinin programı belirlenir.

HASTANE SONRASI TAKİP


ABD’de kalp krizi geçiren hastaların %10’u hastaneden çıktıktan 1 yıl sonra ölürler. Bu oran kardiyak problemler için risk faktörü olmayanlarda %3, çok risk faktörlü hastalarda ise %30 olarak bulunmuştur. Bu risk faktörlerinin bilinmesi uzun süreli tedavinin planlanmasında önemlidir.


Risk-faktör değişikliği:

Risk faktörlerinin değiştirilmesi infarktüslü hastalarda uzun süreli prognozu düzeltebilir. Doktor ve hasta, hepsi değiştirilebilen faktörler olan sigara içme, hipertansiyon ve hiperkolesterolemiye dikkat etmelidir.

Sigara İçme:

İnfarktüsten sonra sigara içimini kesen hastalarda infarktüsün tekrarlanması ve ölüm riskinin az olduğu gösterilmiştir. Bu nedenle, bu faktörün önemi hastaya vurgulanmalı sigaranın bırakılması ısrarla vurgulanmalıdır.

Hipertansiyon:

İnfarktüsten sonraki dönemde kan basıncı dikkatle izlenmelidir. Tedaviye ihtiyaç duyan hastalarda, kan basıncı dikkatlice düşürülmelidir.

Hiperkolesterolemi:

Günümüzde kolesterol iyi bilinen ve damar sertliğinin gelişmesinde önemli risk faktörüdür. İnfarktüs geçiren hastalarda total kan kolesterolu 200 mg/dl , LDL-K 100 mg/dl’nin altında olmalıdır.

SİNÜZİT NEDİR?


Sinüzit sinüslerin iltihaplanması ve şişmesine verilen isimdir. Üst solunum yolu enfeksiyonları sinüzite yol açar. Etken bakteri ya da virüslerdir. Alerji de sinüzite neden olabilir.

Burundaki tıkanıklık sonucunda sinüslerin boşalması bozularak içlerinde bakteri kalabilir ve bu bakteriyel sinüzite neden olabilir.Bakteriyel sinüzit, viral sinüzite göre kişinin kendisini daha fazla hasta hissetmesine neden olur. Bakteriyel sinüziti olan bir kişi viral sinüziti olan birine göre daha fazla yüz ağrısı ve şişme hisseder ve ayrıca ateşi de çıkabilir.

Sinüs Nedir?

Sinüsler, kafanın iki yanında burun etrafında bulunan nemli hava boşluklarıdır. Alın sinüsleri, Etmoid sinüsler, maksiler sinüsler ve sfenoid sinüsler olmak üzere çeşitlidirler.

Sağlıklı olduğumuzda sinüslerimiz hava ile dolar ve bu sayede yüz kemiklerimiz daha az yoğun olur ve ağırlık olarak da daha hafif olurlar. Eğer sinüsler olmasaydı kafatasımız gün boyunca kafamızı elimizle taşımamızı gerektirecek kadar ağır olurdu. Sinüsler ayrıca ses kalitesini de yükseltirler.

Normalde solunum yolu mukozasının bir devamı olduklarından üst solunum yolu enfeksiyonlarından etkilenirler.

Sürekli burun tıkanıklığı, sabahları baş ağrısı ile kalkıyorsanız ve gözlerinizin etrafında şişlik olduğunu fark ediyorsanız sinüzitiniz olabilir. Sinüzit rahatsız edici hatta bazen ağrılı olabilir ama genelde çok ciddi değildir.

sinuzit

Sinüzitin belirti ve semptomları


Bakteriyel sinüzitin belirtileri şunlardır:

- Tıkanık veya akan burun ile beraber 10-14 boyunca azalma göstermeden devam eden gün içi öksürüğü
- Burundan mukus akması ( bu hem bakteriyel hem de viral sinüzitte gözlenir ama sürekli ve yoğun akıntı genelde bakteriyel sinüzit belirtisidir)
- Gözlerin etrafında sürekli ağrı veya şişme
- Yanak kemiklerinin içinde veya etrafında ağrı ve hassasiyet
- Başınızda sürekli bir basınç hissi
- Sabah kalktığınızda veya başınızı öne eğdiğinizde baş ağrısı
- Dişinizi fırçaladıktan sonra bile devam eden kötü ağız kokusu
- Üst dişlerde ağrı
- 39°C den yüksek ateş

Bazı kişilerde kuru öksürük ve gece uyumada zorluk da gözlenebilir. Bazı kişilerde de mide ağrısı ve mide bulantısı gözlenir.

Nasıl tedavi edilir?

Eğer doktorunuz bakteriyel sinüzit için antibiyotik tedavisi önermişse, antibiyotiği 3 hafta kadar kullanmanız gerekebilir. Ayrıca burun açıcı başka ilaçlar da verilebilir. Eğer sinüzitiniz alerji sonucu ise, doktorunuz antihistaminik kullanmanızı tavsiye edebilir.

Sinüziti engelleyebilir miyim?

Evinizde bir kaç basit değişiklik yaparak sinüzit olma riskinizi azaltabilirsiniz. Soğuk havalarda, nem verici makineler kullanıp sinüslerinizin kuru ve sıcak havadan dolayı rahatsız olmasını engelleyebilirsiniz. Nem verici makineyi sık sık temizleyiniz çünkü bazı kişilerde alerjiye neden olan küf daha çok nemli ortamlarda oluşur.

Allerjinin kontrol altına alınması sinüzit ataklarını azaltabilir.

Sinüzitin kendisi bulaşıcı değildir ama genelde ön belirtisi nezledir ve bu da aile bireylerine ve arkadaşlarınıza bulaşabilir. Mikropların bulaşmasını engellemenin en etkili yolu elleri sık sık çok iyi yıkamaktır. Kullanılmış mendilleri tekrar kullanmayınız ve bir kişi hapşırdığında mümkün oldukça uzak durunuz.

Kendimi daha iyi hissetmek için ne yapabilirim?

Eğer doktorunuz antibiyotik veya farklı bir ilaç verdiyse, doktorunuzun önerilerini dikkatlice uygulayın. Aksi halde sinüzitten kurtulmanız zor olabilir ve sinüzit eğer ilk seferde tam olarak tedavi edilmezse kısa surede tekrar gelişebilir. Kendinizi iyi hissediyor olsanız dahi doktorunuzun belirttiği sure boyunca antibiyotik kullanmaya devam ediniz. Bu şekilde enfeksiyona neden olan tüm bakterilerin olması sağlanır.

Bol bol dinlenin ve bol sıvı için. Böylece vücudunuzun savunma sistemi de antibiyotikler ile beraber hastalığa karşı çalışabilecektir.

Serinletici ve nem verici bir cihaz sinüslerinizi yatıştırabilir. Sıcak kompres genelde yüz ağrısını dindirir. Bazı doktorlar burun kanallarının nemli kalmasını sağlamak için burun damlaları önerirler.
İlaç veya herhangi bir tedaviye cevap vermeyen durumlarda, endoskop ile sinüzit ameliyatı bir alternatif olabilir. Endoskop ucunda ışık olan ince ve esnek bir tüptür. Endoskop yardımı ile sinüs kanalları incelenir. Daha sonra çeşitli araç gereçler yardımı ile tıkanıklığı yaratan neden ortadan kaldırılır. Bu prosedür burun boşluğunda tıkanıklığa neden olan bir kemiğin küçültülmesi, bir dokunun veya polipin alınmasını içerebilir. Akışı sağlamak için dar olan sinüs açıklığını genişletmek de bir alternatif olabilir.

YANIKLARDA İLK YARDIM

YANIK NEDIR?

Isı, ışın, elektrik veya kimyasal maddelere maruz kalma sonucunda deri ve derialtı dokularda meydana gelen bir çeşit yaralanmadır.

Yanıkların değerlendirilmesi : yanıkların şiddetini 5 ETKEN belirler.

1-Derinlik
   1. derece yanıklar: Derinin sadece en üst tabakasının zedelendiği yanıklardır. Kızarıklık, gerginlik ve ağrı görülür. Örnek: güneş yanıkları.
    2. derece yanıklar: Derinin üst ve değişen oranlarda alt kısmının etkilendiği yanıklardır. Kızarıklık, gerginlik, ağrı ve su toplanması (bül) ile karakterizedir.
   3. derece yanıklar: Tüm deriyi kapsayan; derialtı dokularına, derin dokulara ve hatta kemiklere kadar ulaşan yanıklardır. Deri kuru kayış gibi olabilir veya renk değişikliği  görülebilir (kömür gibi, beyaz veya kahverengi olabilir ). Şiddetli yanıklarda, yüzeysel sinir uçları ve kan damarları zedeleneceğinden yanık alanda his kaybı olabilir, buna karşın çevredeki daha az yanmış olan doku aşırı ağrılı olabilir.
2- Yüzey miktarı : Dokuzlar kuralı ile belirlenir.
3- Kritik alanların yanması : Eller ayaklar, yüz ve cinsel organlar.
4- Hastanın yaşı : Çok genç veya çok yaşlı olma.
5- Hastanın genel sağlık durumu : Diğer yaralanmalar veya hastalıklar (diabet, kalp, kronik böbrek hastalığı vb gibi).

HAFİF YANIKLAR:
Vücut yüzeyinin, 
%  2 sinden az olan 3. derece yanıklardır.
% 15 inden az olan 2. derece yanıklardır.

ORTA ŞİDDETLİ YANIKLAR
Erişkinlerde vücut yüzeyinin,
%  2-10 u arasındaki 3. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
% 15-25 i arasındaki 2. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
% 50-75 i arasındaki 1. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
Çocuklarda vücut yüzeyinin,
% 10-20 si arasındaki 2. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)
Bebeklerde, tüm 1. derece yanıklar (el, ayak, yüz, cinsel organ hariç)

ŞİDDETLİ YANIKLAR
Erişkinlerde vücut yüzeyinin,
% 10 undan fazla olan 3. derece yanıklar ve 3. derece el, ayak, yüz, cinsel organ yanıkları.
% 25 inden  fazla olan 2. derece yanıklar.
Çocuklarda  vücut yüzeyinin  % 20 sinden fazla olan 1. derece yanıklar
Bebeklerde, tüm 3. derece yanıklar.

ISI YANIKLARI

Yaş ısı (buhar, her türlü kaynayan sıvı -su, yağ) ve kuru ısı (sıcak metaller, ütü, alev, güneş) ile meydana gelirler.

İlkyardım:
Yanma sürecini sona erdirerek daha fazla yaralanmayı önlemek gerekir ; alevi söndürmek, kızgın metali uzaklaştırmak, yaş ısıya maruz kalmış giysileri çıkarmak vb gibi. (DİKKAT: alev yanığında sentetik giysiler deriye yapışmışsa dokunulmaz; kaynar sıvı yanığında eğer olayın üzerinden zaman geçmişse giysiler soğuk suya tutulmadan önce çıkarılmaz aksi halde yapışan deride çıkar) 

* ASLA yoğurt, salça, diş macunu, zeytinyağı vb. şeyler sürülmez !
* En az 10 dakika soğuk suya tutulur.
* Gerginliği azaltmak üzere yağlı krem veya ağrısını almak ve gerginliği azaltmak üzere yanık merhemi sürülebilir.
* Geniş yanıklarda, kişi kendi içebilecek durumdaysa bol sıvı içirilir.
 2. derece yanıklarda tedavi 1. derece yanıklarla aynıdır. İlave olarak; büller ASLA PATLATILMAZ ! Gerekiyorsa hastaneye götürülerek  steril koşullarda pansuman yaptırılır. Eğer bül geniş bir alanı kapsıyorsa, üstteki deri ASLA SOYULMAZ ! Eğer patlamışsa, o zaman içindeki sıvı boşaldıktan sonra o kısım antiseptikle silinip üzeri steril gazlı bez ile kapatılıp sargı beziyle sarılır. Zira flaster yanıklı dokuyu zedeleyebilir.
3. derece yanıklarda hastanın mutlaka bir yanık merkezine veya hastaneye götürülmesi gerekir. Hasta bilinçli (kendi içebilecek durumda) ise bol sıvı içirilir. ALKOLLÜ ve ASİTLİ içecekler İÇİRİLMEZ!
* Açık yanık yarası hava ile temas ettiği sürece ağrıya neden olacağından, yaranın hemen hava ile teması kesilmelidir, bunun için yara nemli steril gazlı bez ile kapatılır. Böylece enfeksiyondan da korunmuş olur.

KIZGIN MADDE SIÇRAMASI
Kızgın yağ, katran, zift gibi maddeler vücuda sıçradığında, yakıcı etkileri soğuyana kadar devam eder. Bu nedenle bunların sıçradığı kol ya da bacak hemen soğuk su içerisine sokularak uzun süre bekletilmelidir. (Güler, Ç., Bilir, N.; Herkes için İlkyardım. Çevre Sağlığı Temel Kaynak Dizisi No: 18)

YANGINDAN VE YANMAKTAN KURTARMA
Alev nedeniyle yanan kişi ayakta durursa oluşan gazlar ve dumanlar kolaylıkla solunum yollarına gider, saçlar tutuşur. Tutuşan bir kişinin hemen yere yatırılması ve kendi çevresinde yuvarlanması sağlanmadır. Bu yangının sönmesini sağlayacaktır. Alevler çoğu kez bu şekilde ya da kişinin hemen bir battaniye ya da halıya sarılmasıyla söndürülebilir.
Alevler söner sönmez yanan elbiselerin hepsinin hızla çıkartılması gerekir. Çıkartırken sıyırarak çıkartılmamalı gerekirse kesilerek çıkartılmalıdır. Sıyırarak çıkartılmaya çalışırken alttaki yanık doku daha fazla zedelenir ve
zarar görür.
Yanan bölgeye beş dakika içerisinde soğuk su ya da soğuk uygulayarak yanma derecesi ve aşırı ağrı engellenebilir.
Ayrıca geniş ve derin yanıklarda tetanoz aşısı yaptırmakta yarar vardır.  

Kuvvetli asit veya bazlarla meydana gelir. Çoğunlukla endüstri, laboratuar veya fabrikalarda görülür. Sadece kimyasal maddeler değil onların oluşturduğu gazlar ve buharlar da kimyasal yanıklara (özellikle solunum yolunda) neden olurlar. Bu gibi iş yerlerinde normalde gerekli önlemlerin alınmış, kişilerin eğitilmiş olması gerekir. Bu kişilerin yönlendirmeleri ile yardımcı olunması, ilk yardımcının kendisini koruması açısından önemlidir. 

İlkyardım:
·  Kendinizi korumayı sakın ihmal etmeyin.
·  Hastanın kimyasal madde ile teması kesilmelidir. Kimyasal madde;
KURU (TOZ)  ise: Toz kimyasal madde, önce bir fırça veya kuru bezle (en doğrusu elektrik süpürgesi ile) iyice vücuttan uzaklaştırılır, ondan sonra bol akan su ile yıkanır. Öncelikle fırçalamanın nedeni: toz halindeki kimyasal madde su ile karşılaştığında aktive olarak ciddi yanıklara yol açmaktadır.
SIVI ise: Hemen etkilenen bölgedeki giysiler çıkarılır ve etkilenen alan basınçlı su ile en az 10 dakika (ağrı dinene kadar) yıkanır.
·  Açık yanık yarası oluşmuşsa, hemen steril gazlı bezle kapatılıp hastaneye götürülür.

Elektrik yanıkları, düşük veya yüksek voltajlı akımla temas sonucu meydana gelir :
         0.9 - 1  mA etkisizdir
          1 -10 mA hafif etkilenme/ağrı
        10 -30 mA kol ve/veya bacakta kuvvet azalması
        30 -75 mA solunum durması
        75mA - 4 A     kalp ritminde bozulma veya kalp durması
       4 A ve üstü,   kalp durması ve ölüm nedeni olabilir.

Ev aletleri yeterince ciddi yanıklara yol açabiliyorsa da, ciddi yanıklar genellikleyüksek voltajın bulunduğu fabrika ve yüksek gerilim hatlarında çalışanlarda görülmektedir.
Elektriğin yanığa neden olabilmesi için, bir noktadan vücuda girip başka bir noktadan çıkması gerekir. Elektrik yanıkları sonucunda 2 önemli tehlike vardır:
  1. Doku hasarı, dıştan görülen kısmın küçüklüğünün tersine iç kısımda (derin dokularda) çok fazla olabilir. Giriş yarası küçük ama çıkış yarası tam tersine çok geniş ve derin olabilir. Yüksek voltajlı elektrik enerjisi kasları ve deriyi, organ amputasyonu gerektirecek ölçüde harap edebilir.
  2. Yanığa ilaveten (birkaç saat sonrasında bile) kalp durabilir. o nedenle yüksek voltajlı akıma kapılmış kişi mutlaka hastaneye götürülmelidir. Akıma kapılmış kişiye DOKUNULMAZ ! Öncelikle akım kesilir, bunun için şalter indirilir veya eski tip sigorta ise tamamen çıkartılır (gevşetilip bırakılmaz!). Eğer sigorta ve şaltere ulaşma olanağı yoksa o zaman, yalıtkan bir madde ile (kuru tahta, lastik, plastik gibi) kişi elektrik kaynağından, ya da elektrik kaynağı (kablo vb ) kişiden uzaklaştırılır. Aksi halde yardım etmek isteyen kişi devreyi tamamlayacağından kendisi de akıma kapılabilir. Elektrik yanıklarının, vücudun tümünün veya bir bölümünün elektrik kaynağı ile toprak arasındaki devreyi tamamlaması sonucu oluştuğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
DİKKATAkım kesildikten sonra kişiye ilkyardım yapmak üzere dokunmanın hiçbir sakıncası yoktur. Akım kesildikten sonra kişinin size elektrik aktarması (yani sizde de elektrik çarpması olması) söz konusu değildir. O nedenledokunmaktan korkmayın

İlkyardım:
  • ABC değerlendirilir ve devamlılığı sağlanır. Gerekiyorsa TYD sağlanır. Unutmayınız ki elektrik akımına kapılma nedeniyle kalbi durmuş kişileri hemen başlatılan TYD ile hayata döndürme şansı çok yüksektir.
  • Yanık yaraları varsa kuru steril pansumanla kapatılır.
  • Olası kırıklar tesbit edilerek atellenir.
  • Tüm elektrik yanıkları hastanede daha ileri tedavi gerektiren ciddi yaralanmalardır.

ANEMİ HAKKINDA BİLİNMESİ GEREKENLER

Aneminin başlıca üç nedeni şunlardır:

-Kan kaybı, 
-Yetersiz alyuvar üretimi, 
-Alyuvar yıkımının fazla oranda olması. 

Bazı kişilerde bu nedenlerin birden fazlası anemiye yol açar.
 
Kan Kaybı
Kan kaybı aneminin, özellikle demir eksikliği anemisinin en sık görülen sebebidir. Kan kaybı kısa süreli olabileceği gibi uzun bir zamana da yayılabilir.
Menstruasyon kanamalarının fazla olması ya da sindirim kanalındaki veya idrar yollarındaki kanamalar kan kaybına neden olabilir. Cerrahi operasyonlar, travma veya kanser de kan kaybına sebep olabilir.
Çok miktarda kan kaybı oluşmuşsa, vücut anemiye neden olacak kadar alyuvar yitirebilir.
 
Alyuvar Üretimindeki Eksiklik
Hem edinsel hem de kalıtsal bazı faktör ve durumlar vücudunuzun yeteri kadar alyuvar üretmesini engelleyebilir. “Edinsel” terimi, bu durumla birlikte doğmadığınızı, sonradan oluşturduğunuzu ifade eder. “Kalıtsal”ın anlamı, bu duruma yol açan genin size ebeveynlerinizden geçmesidir.
Vücudunuzun yeteri kadar alyuvar üretmesini engelleyen edinsel faktör ve durumlara örnek olarak beslenme, hormonlar, bazı kronik (uzun zamandır süregelen) hastalıklar ve gebelik gösterilebilir.Aplastik anemi de vücudunuzun yeterli düzeyde alyuvar üretmesini engelleyebilir. Bu durum edinsel veya kalıtsal olabilir.
 
Beslenme
Yeterince demir, folik asit (folat) veya B12 vitamini içermeyen bir beslenme tarzı vücudunuzdaki alyuvar yapımını engelleyebilir. Vücudunuz alyuvar üretebilmek için ayrıca C vitamini, riboflavin ve bakıra da gereksinim duyar.
Vücudunuzda besin maddelerinin emilimini zorlaştıran durumlar da alyuvar yapımını engelleyebilir.
 
Hormonlar
Vücudunuz alyuvar üretebilmek için eritropoietin denen hormona ihtiyaç duyar. Bu hormon alyuvar yapımı için kemik iliğini uyarır. Bu hormonun düzeylerinde azalma anemiye neden olabilir.
 
Hastalıklar ve Hastalık Tedavileri
Böbrek hastalıkları ve kanser gibi kronik hastalıklar, alyuvarların vücudunuzda yeteri kadar üretilmesini engelleyebilir.
Bazı kanser tedavileri kemik iliğine veya alyuvarların oksijen taşıma kapasitelerine zarar verebilir. Eğer kemik iliği hasar görmüşse, ömrünü tamamlamış ya da yıkılmış alyuvarların yerine yenilerini yeterince hızlı üretemez.
HIV/AIDS olan kişilerde, enfeksiyonlara veya hastalığın tedavisinde kullanılan ilaçlara bağlı olarak anemi gelişebilir.
 
Gebelik
Gebelik süresince demir ve folik asit düzeylerinin düşük olmasından dolayı veya kandaki değişimlere bağlı olarak anemi oluşabilir.
Gebeliğin ilk 6 ayı boyunca kadınlardaki kanın sıvı bölümü (plazma) hacmi alyuvar sayısından daha hızlı bir artış gösterir. Bu da kanı sulandırarak anemiye neden olabilir.
 
Aplastik Anemi
Bazı bebekler yeterli alyuvar yapabilme kapasitesinden yoksun doğarlar. Bu duruma aplastik anemi denir. Aplastik anemisi olan bebek ve çocuklara, kanlarındaki alyuvar sayısını artırabilmek için sıklıkla kan nakli yapmak gerekir.
Bazı ilaçlar, toksinler ve enfeksiyon hastalıkları gibi edinsel durum ve faktörler de aplastik anemiye sebep olabilir.
 
Alyuvar Yıkımının Fazla Oranda Olması
Hem edinsel hem de kalıtsal durumlar vücudunuzun çok fazla sayıda alyuvarı yıkıma uğratmasına neden olabilir.
Alyuvar yıkımını artıran edinsel durumlara bir örnek büyümüş ya da hastalanmış dalaktır. Dalak, yaşlanmış ve yıpranmış alyuvarları vücuttan uzaklaştıran bir organdır. Dalak büyür veya hastalanırsa, normalden daha fazla alyuvarı ortadan kaldırarak anemiye yol açabilir.
Vücudun alyuvar yıkımını çok fazla artıran kalıtsal durumlara örnek olarak orak hücreli anemi, talasemiler ve belli bazı enzimlerin eksikliği sayılabilir. Bu durumlar alyuvarlarda sağlıklı olan alyuvarlara göre ömürlerini daha çabuk tamamlamalarına neden olacak bozukluklara yol açarlar. Hemolitik anemi de vücudunuzun çok fazla sayıda alyuvarı yıkıma uğrattığı durumlara bir örnektir. Kalıtsal bazı durumlar bu tip anemiye neden olabilir. Ayrıca edinsel durumlar veya faktörler de hemolitik anemiye sebep olabilir. Bunlara örnek olarak bağışıklık sistemi hastalıkları, enfeksiyonlar, bazı ilaçlar ve kan naklinde oluşan reaksiyonlar sayılabilir.

19 Mart 2015 Perşembe

ASPERGER SENDROMU NEDİR? KİMLERDE GÖRÜLÜR? TEDAVİSİ NASILDIR? İŞTE CEVAPLAR...

Asperger sendromu nedir? Asperger sendromu kimlerde görülür, tedavisi nasıldır. İşte cevaplar.

Asperger sendromu diğer insanlarla etkileşimi oldukça zorlaştıran gelişimsel bir bozukluktur. Çocuğunuz sosyal olarak beceriksiz olduğu için arkadaş edinmeyi çok zor bulabilir.
Asperger sendromu olanlarda otizm özelliklerinin bazıları vardır. Örneğin; sosyal becerileri zayıftır, rutini severler ve değişiklikten hoşlanmazlar. Fakat otistiklerin aksine Asperger sendromu olanlar normal olarak konuşma becerisinin geliştiği yaşta, yani 2 yaşından önce konuşmaya başlarlar.
Asperger sendromu hayat boyu sürer, fakat belirtiler zaman içerisinde düzelme eğilimindedir. Yetişkinler kendi güçlü ve zayıf yönlerini anlamayı öğrenebilirler ve sosyal becerilerini geliştirebilirler.
Hem Asperger sendromu hem de otizm yaygın gelişimsel bozukluklar grubuna dahildir. Asperger sendromunun nedeni tam olarak bilinmemektedir ve bunu engellemenin yolu da bilinmemektedir. Genetik olduğu düşünülür ve bunun üzerine araştırmalar yapılmaktadır.
Asperger sendromunun en önemli belirtisi sosyal durumlar karşısında yaşanan problemlerdir. İki Asperger sendromlu çocuk birbirine benzemez, çünkü belirtiler çok çeşitlidir.

ÇOCUKLUKTA BELİRTİLER

Ebeveynler çocuklarında Asperger sendromu belirtilerini ilk olarak diğer çocuklarla etkileşime girdiği okul öncesi çağda fark ederler. Belirtiler:

OTİZM KORKU MERKEZİYLE İLİŞKİLİ

  • Sosyal ipuçlarını seçememe ve diğerlerinin beden dilini anlama, sohbete başlama veya sohbeti sürdürme ve sırayla konuşma gibi doğuştan gelen sosyal becerilerin eksikliği
  • Rutinlerdeki herhangi bir değişiklikten hoşlanmama
  • Empati eksikliği
  • Diğerlerinin konuşmalarının anlamını değiştiren konuşma tonundaki değişiklikleri, vurguları fark edememe. Yani çocuğunuz bir şakayı anlamayabilir veya alaycı bir yorumu kelime anlamıyla algılayabilir. Ve konuşması tek düze olabilir ve vurgu veya tonlamadan yoksun olduğu için anlaşılmayabilir.
  • Kendi yaşına göre fazla resmi bir konuşma stili vardır. Örneğin, “geri geldi” yerine “iade edildi”
  • Göz kontağından kaçınmak veya başkalarına bakmak
  • Alışılmışın dışında yüz ifadeleri veya vücut dili
  • Çok iyi hakim olduğu bir veya iki ilgi alanı olması. Asperger sendromlu çocukların çoğu bir bütünün sadece parçalarıyla veya alışılmışın dışında aktivitelerle aşırı ilgilenir. Örneğin; evler dizayn etmek, aşırı detayları olan resimler çizmek veya astronomi öğrenmek gibi. Yılanlar, yıldızların adları, dinozorlar gibi belirli konulara aşırı ilgi gösterirler.
  • Genellikle sevdikleri konular hakkında aşırı konuşurlar. Tek taraflı sohbetler yaygındır. İçsel düşünceler çoğunlukla sözlü ifade edilir.
  • Motor gelişimleri gecikmiştir. Çocuğunuz çatal bıçak kullanmayı, bisiklete binmeyi veya top yakalamayı öğrenmede gecikmiş olabilir. Yürüyüşü garip olabilir. El yazısı çoğunlukla kötüdür.
  • Yüksek duyarlılığa sahiptir ve yüksek ses ve ışık,yoğun tat veya dokulara karşı hassastır.
Bir çocuğun bu belirtilerin bir veya ikisini göstermesi Asperger sendromu olduğu anlamına gelmez. Asperger sendromu teşhisi konması için, çocuğun bu belirtilerin karışımına sahip olması ve sosyal durumlar karşısında belirgin bir problem yaşaması gerekir.
Asperger sendromu birçok açıdan otizme benzese de, Asperger sendromu olan bir çocuğun dil ve zeka gelişimi normaldir. Ayrıca, Asperger sendromu olanlar otistiklere nazaran daha fazla arkadaş edinmek ve diğerleriyle aktivitelere katılmak için çaba harcarlar.

GENÇLİKTE BELİRTİLER

Belirtilerin çoğu gençlik boyunca kalır. Asperger sendromu olan gençler kendilerinde eksik olan sosyal becerileri öğrenmeye başlayabilse de, iletişimde zorlanmaya devam ederler. Diğerlerinin davranışlarını anlamada zorlanmaya devam ederler. Asperger sendromlu genç (tıpkı diğer gençler gibi) arkadaşları olsun isteyecektir, fakat diğer gençlere yaklaşırken ürker veya korkar. Kendini diğerlerinden farklı hissedebilir. Çoğu genç havalı olmaya ve görünmeye önem verse de, Asperger sendromlu gençler uyum sağlamayı asap bozucu ve duygusal olarak tüketici bulabilirler. Yaşlarına göre daha çocuksu ve saf olduklarından ve kolay güvendiklerinden, kolayca alaylara ve zorbalığa maruz kalabilirler.
Tüm bu zorluklar Asperger sendromlu gençlerin çekingen olmasına, sosyal olarak dışlanmasına, anksiyete ve depresyona sebep olabilir.
Yine de bazı Asperger sendromlu gençler birkaç yakın arkadaş edinebilir ve bu arkadaşlıkları sürdürebilir. Bazı klasik Asperger özellikleri çocuğunuza yarar sağlayabilir. Asperger sendromlu gençler genellikle sosyal normları, modayı ve geleneksel düşünceyi takip etmekle ilgilenmezler, bunun yerine yaratıcı düşünce ve orijinal ilgi alanları ve hedefler peşindedirler. Kurallar ve dürüstlükle ilgili seçimleri sınıfta ve vatandaş olarak sivrilmelerine neden olabilir.

YETİŞKİNLİKTE BELİRTİLER

Asperger sendromu hayat boyu sürer, yine de zamanla dengelenir ve gelişim görülür. Yetişkinler çoğunlukla güçlü ve zayıf yönlerinin farkındadır. Diğerlerinin sosyal işaretlerini anlamak dahil sosyal vasıfları öğrenebilirler. Asperger sendromlu çoğu kişi evlenir ve çocuk sahibi olur.
Detaylara dikkat etme ve ilgi alanlarına odaklanma gibi bazı tipik Asperger sendromu özellikleri üniversite ve kariyerde başarı şansını arttırabilir. Teknoloji Asperger sendromlu birçok kişiyi cezbeder ve Asperger sendromluların en yaygın kariyer seçimleri mühendisliktir. Tabii ki Asperger sendromlu kişilerin tek iyi olduğu alan bilim değildir. Wolfgang Amadeus Mozart, Albert Einstein, Marie Curie ve Thomas Jefferson gibi tarihte saygı duyulan bazı kişilerde de Asperger sendromu vardı.

TEDAVİ

Asperger sendromu tedavisi, çocuğunuzun diğerleriyle etkileşim yeteneğini geliştirmesi ve böylece toplumda etkin olarak yer alması ve kendine yetmesini sağlamayı amaçlar. Her bir Asperger sendromlu çocuğun belirti sayısı ve yoğunluğu farklıdır, bu yüzden tedavi çocuğun bireysel ihtiyaçları ve ailesinin kaynaklarına göre düzenlenmelidir.

MALNUTRİSYON NEDİR?


Malnutrisyon; antropometik ölçümler,biyokimyasal testler ve beslenme alışkanlıkları ile ilgili sosyal ve ekonomik durumun araştırması ile öğrenilir.

Malnutrisyonu anlamak için belirlenmiş antropometik göstergeler;
• Doğum ağırlığının 2.5kg’nin altında olması,
• Yaşa göre boy standardın %80-60 altında olması,
• Yaşa göre boy standardın %90 altındaolması,
• Yaşa göre ağırlık standardın %80 altında altında olmasıdır.
Beş yaş altı grupta ölüm oranı, diğer yaş gruplarına nazaran daha yüksektir. Solunum yolu hastalıkları ve gastroenteritler malnutrisyonun anlaşılmasındaki klinik verilerdendir. Hemoglobin malnutrisyonlu çocuklarda(6 ay ile 6 yıl arasındakilerde) 11g/100ml altındadır. Malnütrisyon tek nedenden kaynaklanmadığı gibi birkaç nedenin sonucu da olabilir.Bu nedenlerin başında enerji ve besin yetersizliği gelir.
Araştırmalar, ailenin gelir düzeyi ile çocuklardaki malnutrisyon arasındaki ilişkinin, çok yoksullar dışında çok önemli olmadığını göstermiştir. Enerji ve besin yetersizliğinden kaynaklanan malnutrisyonun en önemli nedeninin çocuk için önemli besin öğeleri içeren hayvansal besinlerin(protein) pahalı olması nedeniyle gelir düzeyi düşük ailelerin bu besinlere ulaşamaması olduğu bilinir.
Bir başka neden ise ailenin besinler konusundaki eğitimsizliğidir.Çocuğu için en kaliteli ve uygun besinleri,besinlerin uygun hazırlama yöntemlerini bilmeyen aileler çocuklarını yanlış beslemekte ve malnütrisyona sebep olmaktadırlar. Yanlış geleneklerden ve bilgisizlikten dolayı yanlış beslenen çocuklarda da sık olarak malnutrisyon görülebilir. Örneğin şeker ve nişasta karışımı ailelerin bebeklerini beslemede kullandıkları bir mamadır. Bebeğin enerji gereksinimini karşılamasına karşılık vitamin ve mineral ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz kalır.
Bir başka malnutrisyon nedeni ise çevre sağlığı koşullarının kötülüğü sebebiyle çocuğun enfeksiyonlardan korunamaması ve sık sık enfeksiyona yakalanmasıdır. Malnutrisyon ve enfeksiyon ilişkisi iki yönlüdür. Malnütrisyonlu hastaların enfeksiyona çok daha kolay yakalanabileceği ve enfeksiyonu geç atlatabileceği gibi enfeksiyonlar da malnutrisyona sebep olabilir. Parazitlerden oluşan enfeksiyonlarda besinlere parazitler ortak olduğundan alınan gıdalar çocuğun ihtiyaçlarını karşılayamaz.
Diğer enfeksiyon türlerinde ise iştah azalabilir ,beslenme güçleşebilir, besin kayıpları artabilir. Malnutrisyonda sosyo-kültürel etmenler de söz konusudur. Yapılan araştırmada anne sütüyle beslenmemiş ya da çok az anne sütü emmiş bebeklerde malnutrisyonun görüldüğü saptanmıştır. Bununla birlikte 7. ayında ek besinlere başlamış olanlarda daha geç başlamış olanlara nispeten daha sık malnutrisyon görülür. Buna göre ilk 6 ay anne sütü malnütrisyonu önlemede yeterli olmaktadır. Ancak 6 ay sonrasında anne sütü yetersiz kalmaktadır. Bundan sonra ek besinlerin kalitesi, verilme zamanı, sıklığı, malnütrisyondaki önemli etkendir. Doğumdan sonra oluşan sindirim emilim ve metabolizma bozukluklarıda beslenmeyi önemli ölçüde etkilediğinden malnütrisyon sebebi olabilir.yine konjenital anotomik bozukluklar da besin alımını önleyerek malnütrisyona sebep teşkil eder.
Çocuklarda Malnütrisyonun Çeşitleri PEM(Protein-Enerji Malnütrisyonu)
 Marasmus; PEM sonucu görülür. Marasmus görülen çocuklar ya uzun süre ek besin verilmeden anne sütü ile beslenmişlerdir ya da anne sütünün yetersizliği bahanesiyle ilk aylardan mama ile beslenmişlerdir.Bir diğer etken de sosyo kültürel değerlerin öğrettiği ağlayan çocuğu tatmin için şekerli su,su ile seyreltilmiş süt,çay lokum verilmesidir. Ayrıca tekrarlayan enfeksiyonlar çocuğun besin depolarını boşaltmış ve beslenmesini de güçleştirmiştir. bu durumda çocuk artan enerji ihtiyacını dokularında depolarından karşılar. Bu durumda çocuk kendi yaşı verilen standart ağırlık ölçümlerinin çok altında kaşeksi görünümdedir. Daha ileri gitmesi halinde çocuğun cildi yaşlı bir görünüm kazanır. Ödem olmamasına karşın vücuttaki hücre dışı su miktarı fazladır.
• Kuvaşiorkor; yeterli enerji alan fakat proteinsiz diyetle beslenen çocukların hastalığıdır.Genellikle 1-3 yaş grubunda görülür. Sütten kesilen çocuklar yalnız saf veya safa yakın karbonhidrat içeren şeker, nişasta ile beslenirlerse kuvaşiorkor oluşur.Çocuğun büyüme ve gelişmesi protein yetersizliğine bağlı olarak durma noktasına gelmiştir.Vucut direnci de normalin çok çok altına düşer ve çocuğun enfeksiyonlara yakalanma sıklığı artar,zincirleme olarak beslenme durumu daha da kötüleşir. Klinik belirtilerinde huzursuzluk ve azalan kas tabakasına karşılık çok az miktar yağ tabakası vardır. İlerleyen vakalarda saçın kızıla dönüşmesi ve cilt yaralarının oluşması görülebilir. Enerji metabolizması bozuktur ve yeterli enerji üretilmez. A vitamini oranı çok düşüktür,kanın yağ oranı yükselmiştir.Malnutrisyonun marasmus mu yoksa kuvaşiorkor mu olduğu biyokimyasal olarak ‘Glukokortikoid’ hormonunun miktarıyla anlaşılır.bu hormon marasmusta fazla,kuvaşiorkor da daha azdır.
Malnütrisyonu engellemek için gebeliğin ilk anlarından itibaren annenin beslenmesine dikkat etmesi tüm besin gruplarını içeren dieyle beslenmesi gerekmektedir.Çay-kahve tüketimini sınırlandırmalı,içki ve sigarayı tamamen bırakmalıdır. Bebek doğduktan sonra anne etkili emzirme tekniklerine uyarak bebeğini ilk 6 ay sadece kendi sütüyle beslemelidir(Bebeğin anne sütünü almasının zararlı olabileceği durumlar yoksa).Tüm teknikleri uyguladığı takdirde bebeğin anne sütünü yetersiz bulması gibi bir sorun kalmayacaktır. Bunun dışında geleneklere uyum sağlayarak ek gıdalara asla başlamamalıdır.6 aydan sonra ise protein kaynakları olarak sırasıyla yoğurt-peynir-yumurta ve son olarak da inek sütü vermelidir. Bunların yanında asitliği bebeğin sindirim sistemine uygun meyve-sebzelerle de beslemesi gerekmektedir. Ayrıca bebeğini tüm besin gruplarını içeren menülerle beslemeli dengesiz beslemekten kaçınmalıdır.
Malnütrisyonlu Çocukların Beslenmesi
Malnütrisyonda yitirilen vücut dokularının tekrar sentezi, yeterli düzeyde enerji ve besin alımını gerektirir. Hafif malnütrisyonda yitirilen ağırlığın çoğu adipoz doku olmasına karşın, uzun süre ağır malnütrisyonda, özellikle enfeksiyonlu durumda, kas kitlesinin %55-60’ ı yitirilebilir.
Malnütrisyonlu çocukların yitirilen ağırlıklarını normal duruma getirmek üzere kazanılacak 1 kg için 6000-7000 kalorilik enerji ve 83 g örnek proteine gereksinim olduğu hesaplanmıştır. Örneğin, ikinci derecede malnütrisyonlu bir çocuğun 30 gün içinde 1 kg kazanması için yaşına uygun önerilene ek olarak, günde 200-234 kalori enerji ve 3 g civarında proteine gereksinimi vardır.
İnsan sütü dışındaki besinler kullanıldığında protein miktarı 5-6 g’a çıkar. Ağır malnütrisyonlu olgularda elektrolit kaybı da hat safhada olduğu için serum takviyesi yapılmalıdır. Orta derecedeki malnütrisyonların genelinde ishal görüldüğü için diyet posasız, yağı az, enerji ve proteini yeterli olacak şekilde düzenlenir.
Genellikle malnütrisyonlu çocuklar çeşitli besinlere alıştırılmadıklarından bu durum dikkate alınmalıdır. Malnütrisyonlu çocuklar için en iyi besin yağsız süt veya yoğurttur. Yağsız süttozu bulunursa sulandırılarak çocuğa verilebilir. Yağsız süt veya süt tozu bulunmazsa normal süt veya yoğurt yarı yarıya sulandırılarak azar azar ve sık sık malnütrisyonlu çocuğa verilebilir. Normal çocuklar bir öğünde 125 ml alıp altı öğün beslenirse, malnütrisyonlu çocuk bir öğünde 80-100 ml alıp 8-9 öğün beslenir. İki üç günde ,çocuk bu karışımı tolere edilince tam süt veya yoğurt verilir. Bunu da tolere edince meyve suları ve yumurta diyete eklenir.
İshal tamamen durup çocuk muntazam yemeye başlayınca, yoğurtlu çorba, muhallebi, az yağlı kıyma konmuş sebze yemekleri de verilir. Et veya yumurta olmadığı zaman süt ve yoğurt miktarı arttırılır. Bunlar da yeterli bulunmazsa protein ihtiyacını karşılamak için kırmızı mercimek ve un ile çorba yapılabilir. Yine zengin içeriğinden dolayı tarhana çorbası verilebilir.